Yaşam

Selim Martin’e Övgü: Kalkolitik Çağ’ın sonunda erkekler çıplak, kadınlar giyinikti.

İZMİR – Övün Selim Martin’in ‘Giyim ve Çıplaklık: Prehistorik Yakın Doğu’da Giyim Kültürü’ Sakin Kitap’tan çıktı. Kitapta insan doğasının getirdiği çıplaklığın üreme korkusu, iklim değişiklikleri, coğrafi farklılıklar ve statü arzusu, arzu nesnesine dönüşmesi, bastırılması gibi çeşitli nedenlerle nasıl değişmeye başladığının farklı aşamaları anlatılıyor. gerçeğin zamanla nasıl tamamen yasaklanmaya doğru ilerlediği tartışılmaktadır.

Dokuma, mozaik, fotoğrafçılık gibi sanat ve tasarımın yanı sıra Prehistorya, Bilişsel Arkeoloji, Mezopotamya Arkeolojisi, Tarihi Coğrafya ve Mitoloji gibi temel arkeoloji dersleri veren Övün Selim Martin ile ‘Giyim ve Çıplaklık: Giyim’ üzerine konuştuk. Tarih Öncesi Yakın Doğu’da Kültür’. .

Varlığımızdaki tüm hayvanlar gibi çıplakken giyinen tek canlı biziz. Neden? Niye?

Giyim konusunda insanda 3 temel güdünün belirleyici olduğunu biliyoruz. Bu güdüleri fayda/ihtiyaç unsuru, baştan çıkarma unsuru ve hiyerarşik ilke olarak sıralayabiliriz. Yani insanlar başlangıçtan günümüze kadar bu nedenlerle giysi ve aksesuar üretmiş olmalıdırlar.

İhtiyaç unsuru; İklim ve coğrafi koşullar başta olmak üzere çeşitli zorlayıcı durumlardan doğan ihtiyaçlara yönelik gelişmiş bir güdünün sonucudur. Homo (İnsan) türleri, evrim sürecinde sürekli olarak farklılaşmaktadır. Her gelişme bizi besin zincirinde üst basamaklara taşırken bir yandan da doğanın etkilerine karşı dayanıklı hayvani yapımızdan uzaklaştırıyor. Büyüyen beynimiz toplam gücümüzün yüzde 18’ini kullanmaya başladığında, aniden değişen iklime hızlı tepki vermemiz gerektiğinde ortaya çıkan ihtiyaçlar bizi giyinmeye teşvik ediyor.

Baştan çıkarma unsuru; Üreme ve üremeyi artırmak için gelişen bir güdünün sonucudur. Sosyal zekaları sayesinde kümelerde yaşayan insanların üreme ile ilgili çeşitli sorunlar yaşadıklarını biliyoruz. Akrabalık nedeniyle küme içi üreme bir süre sonra imkansız hale geldiğinden ve çevredeki diğer kümelerle üremek için yeterince güçlü bağlar kurmak her zaman kolay olmadığından, zorluklar atalarımızı üremenin başarılı ve sürekli olmasını sağlamak için bir şeyler yapmaya zorlamış görünüyor. . Baştan çıkarma unsuru böyle bir durumun sonucunda ortaya çıkar. Günümüzde mahrem yerleri örter gibi yanlış anlaşılan, aslında cinsel organlara dikkat çekmek, bu organları öne çıkarmak, cinsel organları öne çıkarmak amacıyla giyilen kıyafet ve aksesuarlar sayesinde cinsellik ve birlik duygusu insanların hep gündeminde kalmıştır. cinsel organı örtmek dışında her amaca hizmet eden kıyafet ve aksesuarlar giyin. Böylece başarılı bir üreme garanti edilir.

Selim Martin’e övgü

Hiyerarşik unsur ise adının Türkçe karşılığı olandan çok daha fazlasını anlatır. Sosyal statü olarak bilinen ve insan ırkının ortasında var olduğu düşünülen “rütbe”yi belirtmek elbette ki değerlidir ve giyim kuşam böyle bir durumun en iyi göstergesidir. Ancak hiyerarşiyi belirleyen asıl unsur “sosyal statü” kavramıdır.

‘GİYİM FARK YARATMAK İÇİN TEK ŞANS’

Giyinme veya örtünme ile ilgili ilk uygulamalar nelerdir? Giyinmek ile insan ruhunun estetik gelişiminin birbirine paralel olduğunu söyleyebilir miyiz?

Giyinme ve tesettür konusunda karşımıza çıkan ilk uygulama, ihtiyaç kapsamında fiyatlandırılan; insanlar vücutlarını çamur, odun kömürü veya çoğunlukla koyu sarı ile kaplarlar. Bu kaplamalar vücudun doğal halini gizlemez yani çıplaklığınızı değiştirmez ama kuruduktan sonra rüzgardan, güneşten, çeşitli çizik ve yaralardan, böcek ısırıklarından korur. Çevrenizle uyum sağlamanıza, çeşitli hayvanlardan kaçınmanıza veya onlara bire bir yaklaşmanıza olanak tanır. Arkeolojik araştırmalar, aşı boyası üretiminin oldukça değerli olduğunu ve bu hammaddenin uzak yerlere taşındığını göstermektedir. Bu tür vücut boyası, Paleolitik’ten bu yana büyük ölçüde değişmeden yaşamış olan Afrika’nın çeşitli kabileleri arasında hala yaygın olarak kullanılmaktadır. Modern dünyanın ilkel kabileleri, atalarıyla aynı nedenlerle saçlarına ve vücutlarına yüzlerce yıldır çamur ve toprak boyası sürmeye devam ediyor.

Yani ilk başvuruların ihtiyaçlarımızdan kaynaklandığını söylemek doğru olacaktır. Giyinme olgusunun giysilere estetik yansıması ise çok daha sonra, bir coğrafi bölgede insanların daha kalabalık gruplar halinde ya da küçük küçük kümeler halinde dar alanlarda yaşadığı dönemlerde ortaya çıkacaktır. Herkesin tıpatıp aynı olduğu bir ortamda, fark yaratmanın tek yolu giyimdir. Bu sayede içindekini yansıtmak zorunda kalan insanların estetik farklılıkları da belirginleşmeye başlar.

“İNSANLAR 170 BİN YILDIR KENDİ GİYSİLERİNİ ÜRETİYOR”

Maddi kalıntılarla birlikte değerlendirildiğinde Paleolitik Çağ insanının kıyafetleri hakkında ne söyleyebiliriz?

Sıcak ortamlar söz konusu olduğunda çamur, kömür ve toprak boyalarla vücut boyama en eski ve en yaygın uygulamadır. Ancak biliyoruz ki böyle zamanlarda bile rahat peştamallar, etekler, önlükler ve cinsel organları vurgulayan (örten değil) penis kılıfları giyilir.

Havaların soğumasıyla birlikte yine ihtiyaç nedeniyle avlanan hayvanlardan elde edilen kürk ve derilerden korunma amaçlı giysiler yapılırdı. Bilim adamlarının varsayımlarına göre yaklaşık 500.000 yıl önce ani sıcaklık düşüşlerine karşı giysi üretilmiş veya kullanılmış olmalıdır. Ancak araştırmalarda ortaya çıkarılan kalıntılar şimdilik yaklaşık 200 bin yıllık. Maddi kalıntılara verilebilecek en değerli örnek, biyologlar tarafından giysi biti üzerinde yapılan genetik araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Araştırmalar, giyim bitinin baş bitinden farklılaşan bir ilaç türü olduğunu ve yaklaşık 170.000 yıl önce evrimleştiğini kesin olarak kanıtlamıştır. Bu sayede insanların en az 170.000 yıldır kendi kıyafetlerini ürettiklerini biliyoruz.

Erken dönem giyim uygulamalarına ilişkin deneysel bir arkeoloji çalışması, Neandertallerin sıcak kalmak için ne giymeleri gerektiğini öne süren bir model yarattı ve soğukla ​​daha iyi başa çıkabilmeleri için vücutlarının en az yüzde 80’ini, özellikle de ellerini ve ayaklarını örtmeleri gerektiğini ortaya çıkardı. . Önceleri vücuda tam oturmayan bu giysiler sarılarak giyilirken, zamanla burgu/tığ, iğne gibi aletlerin icadı ile birbirine dikilerek vücuda göre şekil verilen çok modüllü giysilere dönüşmüştür. . Kürk ve deriyi sıyırmaya yarayan kolay aletler ile kazılarda bulunan burgu/tığ ve iğne gibi gelişmiş aletler, giysinin yeniden üretiminin varlığını gösteren diğer değerli delillerdir.

Orta Paleolitik dönemin sonlarından itibaren ortaya çıkmaya başlayan ve Üst Paleolitik dönemde sayıları giderek artan iplik kalıntıları, giysi ve aksesuarlar için de değerli deliller olmuştur. Kol ve sazlardan hasır ve sepet yapımında kullanılan örgü tekniklerini bitkisel liflerden elde edilen halatlarda da kullanmayı öğrenen Paleolitik insanlar, bu sayede küçük giysi ve ayakkabı, başlık gibi aksesuarlar elde ettiler. birleştirerek geniş yüzeyler elde etmeyi başarmış görünüyor.

Özellikle Sapiens ile birlikte giyim üretiminin hızla geliştiğini vurgulamak gerekir. Sapiens soğuğa dayanıklı değildi ve ılıman Afrika’dan ayrıldıktan sonra vücut sıcaklıklarını korumak için karmaşık giysiler geliştirmek zorunda kaldılar. Kanıtlar, Sapiens’in ısmarlama giysiler ürettiğini ve yeni hammaddeler olarak keten, yosun, ağaç kabuğu ve çeşitli otların yanı sıra deri ve kürk gibi bitkisel lifler kullanarak giderek daha özel aletler, işlenmiş deriler ve kusursuz dikişler geliştirdiğini gösteriyor. Pantolon, ayakkabı, başlık gibi yeni işlerin yanında bitki liflerinden örme tekniği ile elde edilen ip ve ağları yaptıkları bilinmektedir.

‘GÖMÜRLÜK ÇALIŞMA VE ZAMAN GEREKTİREN BİR İŞ’

Kitabınızın bir bölümünde ölülere uygulanan süsleme uygulamalarını anlatırken, insanların yiyecek ve barınma sorunlarını kolayca çözebilecekleri için ölüleri süslemeye zaman ayırabileceklerini söylüyorsunuz. Okuyucularımız için bu konuyu biraz açabilir miyiz?

Soyut düşünebilme yeteneği, Homo cinsindeki en bariz farklılıklardan biridir. Bu beceriyi ilk olarak alet yapımında görüyoruz. Hammadde-vurgu-kuvvet-açı ve tekrar şeklinde formüle edilebilen, önceden açıkça tasarlanmış aletler veya birkaç farklı ham maddeden üretilmiş kompozit aletler, ancak böyle bir becerinin eseri olabilir. Bu ölçekte düşünmenin hayatın diğer alanlarında da kendini göstermesi kaçınılmazdır. Sanat eseri üretimi veya ölülerin defnedilmesi gibi uygulamalar da birer yetenek yansımasıdır. Ama burada büyük bir fark var. Yeni ve aktif bir alet üretmek beslenme konusunda işinizi kolaylaştırdığı için değerli ama sanat eseri üretmek ya da ölülerini gömmek gelişigüzel muhtaçlık eylemleri değil. Üstelik bunun için harcadığınız emek ve zaman sizi zor durumda bırakabilir.

Kendinizi bir mağara ressamının ya da onun içinde bulunduğu grubun yerine koyun. Sürekli beslenmek, barınmak ve üremek zorundasınız ama bir sabah avlanmaya ya da toplanmaya giderken gruptan biri “Ben gelmiyorum. Mağarada oturup duvara bir resim çizeceğim.” Üstelik bunu yaparken hem kendisinin hem de yardımcılarının ihtiyaçlarının grup tarafından eksiksiz karşılanmasını istiyor. Hayatta kalma çabasının bu kadar çetin olduğu bir dönemde buna izin vermek, izin vermek kolay olmasa gerek! Bu çalışmanın bölgedeki toplumsal kargaşayı bir üst kimlik yaratarak çözmeye çalışmak gibi şu anda çözemeyeceğimiz bir ihtiyacı karşılaması bekleniyor. Ancak, günlerce hatta haftalarca süren böyle bir çabaya zaman ayırmak, beslenme ve diğer hayati ihtiyaçların karşılanmasında üstün bir başarı sağlanmasaydı diye düşünüyorum.

Ölülerin gömülmesine tam olarak değer vermek uygun olacaktır. Doğadaki tüm canlılar gibi insanoğlu da elbette yaşam döngüsünün farkındaydı. Aslında koşan bir hayvana mızrak saplayan kişinin ölen kişiyi yakından tanıyıp tanımadığını tartışmak anlamsız olur. Birçok araştırmacı, ölülerin cenazesini öbür dünya niyetiyle inşa etmeye çalışır, ancak eşyanın doğası gereği böyle bir başlangıç ​​imkansızdır. Ne, iki kişi bir sabah uyanıp, “Başka bir dünya var, ölülerimizi bundan sonra gömelim” mi dediler? Ritüel dediğimiz bu tür görüşler, bire bir yapılan bir eylemin uzun bir süre tekrar edilmesi sonucunda ortaya çıkmaz. Bu nedenle ölü gömme adetleri çok daha kolay bir nedenle başlamış olmalıdır. Bir ölünün yerde kaldığı sürece diğer hayvanlar tarafından parçalanacağı, koku alma ve soyut düşünme yeteneğine sahip bir kişinin, sahip olduğu savunma sevgisini ölüye de göstereceği rahatlıkla tahmin edilebilir. yaşarken gösterilir. Buna cenaze ve mezar süslemeleri de eklenince durum daha görünür hale geliyor. Bizi yaşarken güçlü, farklı ama ortada gösteren bu süsler, ölürken de kullanılır. Çünkü merhumun vasıfları, yani güçlü, farklı ve bizden biri olması değişmedi!

Gömme emek ve zaman isteyen bir iş olup, gömmeye çalışan kişiler için büyük bir risk oluşturmaktadır çünkü cansız bir beden kısa sürede yırtıcıları kendine çekecektir. Temel ihtiyaçların hiçbirini karşılamayan, önemli riskler taşıyan, gerçek ihtiyaçlar için gerekli zaman ve enerjiyi harcayan ve tüm bu çabayı süs eşyaları yaparak ikiye katlayan böyle bir uygulamanın fikri sebebi ne olursa olsun, yiyecek elde etmede üstün bir başarı. ve diğer hayati ihtiyaçların karşılanması. Söz konusu olmasaydı yaygınlaşması mümkün olmazdı.

Giyim ve Çıplaklık – Prehistorik Yakın Doğu’da Giyim ve Kültür, Övün Selim Martin, 156 pp., Sakin Kitap, 2022.

‘GELİŞMEKTE OLAN ORGANİZE TOPLUMLARLA ÖRTÜLEME BAŞLADI’

Önceleri sadece avret mahallerini kapatan insan sonraları her tarafını kapatmaya başlayınca ne oldu?

Sıcak iklimlerde yaşayan bu birinci şahıslar hiçbir zaman çıplak olmadılar. Sırf ihtiyaçları olmadığı için milyonlarca yıl boyunca giysi kullanımını asla geliştirmediler. Kadın ve erkeklerin ‘vurgulamak’ için sadece cinsel organlarını kapattıkları sistem, ilk insandan günümüze birebir vücut boyama ile devam ediyor. İnsan sadece peştamal-etek ya da penis kılıfı giyerek yaşam kaynağı olan kasıklarına dikkat çekmeyi amaçlamış olmalıdır. Cinsel organlar, bugün olduğu gibi utanç verici değil, doğal olarak değerliydi. Kadınlarda bu tür bir vurgu erkeklerin dikkatini cinselliğe çekerken, erkeklerde ise görüntü açısından kalıcı bir ereksiyona işaret ederek üreme ve üremenin değerine işaret etmektedir. Giyim ihtiyacında en büyük rolü iklimin oynadığı göz önüne alındığında, sıcak bir iklimde yaşayan insan topluluklarının, özel amaçlar için şekillendirilmiş bu tür örnekler dışında koruyucu giysiye ihtiyaç duymayacağı açıktır. Hatta günümüzde bazı Afrika kabileleri, Avustralya Aborjinleri, Tazmanya Aborjinleri, Papua Yeni Gine’nin orman kabileleri, Güney Amerika’nın Amazon kabileleri milyonlarca yıldır değişmeyen bir yaşam tarzı sürdürmekte ve sıcak bir iklimde yaşadıkları için çıplaklıklarını sürdürmektedir. Tek “kıyafet” öğeleri, büyük ölçüde sembolik ve dekoratif olan penis kılıfları ve peştamallardır.

Etnografik örnekler de çok değerli başka bir faktöre dikkat çekiyor. Organize toplum ve bürokrasi. Herhangi bir iklimsel zorlama olmadan bedeni örtmek, ancak örgütlü toplumların ortaya çıkmasıyla başlar. Elimizdeki veriler, bu yönde bir değişimin, Kalkolitik Çağ’ın sonlarında kentleşme-devletleşme sürecinde kademeli olarak başladığını ve Tunç Çağı ile görünür hale geldiğini göstermektedir. Bu süreç, tam da anaerkil yapının ataerkil topluma dönüştüğü döneme denk gelmektedir. Elimizdeki yazılı kaynaklara göre, başlangıçta kadınların örtünmesi olarak ortaya çıkan örtünme kavramının, Tunç Çağı Mezopotamya’sında, örgütlü ve erkek egemen, bürokrasili bir toplumda ortaya çıktığını söylemek yerinde olacaktır. Bu sonucu karşılaştırma yaparak doğrularsak; Bugün örgütsüz, bürokrasisiz, kısacası kentleşmemiş, devletleşmemiş ve ilkel yaşamlarını sürdürmüş tüm topluluklar -iklimsel bir zorlama yoksa- düşünmemiş ve örtmemiştir.

“ŞU ANDA İNSANLAR ARASINDAKİ HİYERARŞİYİ ÖNEMSİYORUZ”

Peki, sürekli çıplak olsalar sosyal statü farkı nasıl ortaya çıkar? Bu açıdan baktığımızda giyinmek, örtünmenin ötesinde pek çok toplumsal farklılığa da işaret etmiyor mu?

İnsanlar sadece bireysel ya da grup halinde birbirlerine üstünlüklerini göstermeye çalışmazlar. Evet bu tür davranışlar bütün toplumlarda kıymetli bir yere sahiptir ama bir toplum için en kıymetlisi hayatın aşamalarını açıkça kutlamak ve göstermektir. Bunun için kıyafet ve aksesuarlar vazgeçilmez göstergelerdir. Kalabalıklar içinde yaşamayı başaran bizler için çıplaklık bu konuda kesinlikle yetersiz kalırdı.

Bu durumu yakın geçmişten veya günümüzden örneklerle açıklamak oldukça kolaydır. Okuma bilmeyen öğrencinin taktığı kurdele, sünnetlinin taktığı maşallah yazısı, ilk kez regl olanın taktığı açık çiçek, mezuniyet, evlilik, askerlik gibi aşamaları gösteren kıyafet ve aksesuarlar , bir meslekte çıraklık, kalfalık, ustalık gibi aşamaların her biri için kullanılan işaretler. İlk çocuğunu doğuran bir anne için ya da savaştan sağ çıkmış biri için tasarlanan takılar gibi örnekler çoğaltılabilir. Günümüzde “modern” kent yaşamının karmaşası içinde birçoğunu gözden kaçırsak da, insan yaşamının çeşitli aşamalarını işaret etmenin ve bu aşamaları başarıyla tamamladığını göstermenin geçmişten günümüze tüm toplumlar için oldukça değerli olduğunu söyleyebiliriz. Artık insan ırkının ortasındaki hiyerarşiyi ve kimin kime üstün olduğunu umursamamak için doymak bilmez bir çaba harcıyoruz. Doğası gereği imkansız bir fikrin tutsağı olan günümüz insanının bir an önce bu saçmalıktan kurtulup, hayatın doğal evrelerini bir düzen içinde geçirmeyi başaran olgun, tok bireylere ve toplumlara dönüşmesini canı gönülden diliyorum. sakin forma

‘BUGÜN İNSANLAR STATÜLERİNE VE ULUSAL KİMLİKLERİNE GÖRE GİYİNİYORLAR’

Eski toplumların çıplaklığa yüklediği anlam ile bugün çıplaklığa yüklediğimiz anlam arasındaki fark nedir? Hiç hata yapmadan şimdiki zamana döndüğümüzde toplum içinde çıplaklığımızdan utanma duygusu azalır mı? O zamandan beri ne değişti?

İnsanın yavaş yavaş geliştiği, bilinçlendiği ve besin zincirinde zirveye ulaştığı bu uzun süreçte, en başından beri kendi doğasına aykırı davranmamış, bedenini kişisel olarak bir kıyafet ya da aksesuar olarak kullanmayı bilmiştir. Tarihöncesinde çıplak olmak sıradan bir şeydi ve hatta belki de bazı anlarda zorunluydu. Dünyanın farklı zamanlarında çeşitli bilim adamları tarafından yürütülen çok sayıda sosyolojik araştırma, özellikle cinsel organlarla ilgili utanma duygusunun insan doğasının bir parçası olarak evrensel olduğunu öne sürmektedir. Bu durum bile giysinin tüm vücudu örtmesini gerektirmez. Çünkü yine etnografik örnekler, bu duyguyu savunmak için rahat bir peştamal, penil kılıf ya da kalça örtüsünün yeterli olduğunu ve mahcubiyet duygusunun ancak bunlar çıkarıldığında ortaya çıktığını açıkça göstermektedir. Tüm bu deliller ve örnekler, tarih öncesi çağlardaki insanların çıplaklığı doğal ve işlevsel olarak gördüklerini, hatta kendilerini birey olarak tanımlamak için çıplak bedenlerini kullandıklarını ve birebir beslenmenin temeli olan üreme ve üremeyi başarıyla yönettiklerini göstermektedir. ve çeşitli süs eşyaları, dövmeler, boyama ve vurgulayıcı giysilerle barınak. sürdürmenin anahtarı olarak çıplaklık olgusunu benimsediklerini ortaya koymaktadır.

Ancak çıplaklık olgusu yerini Kalkolitik Çağ’ın sonlarında erkeklerin çıplak, kadınların giyinik olduğu yeni bir yaklaşıma bırakmıştır. Özellikle kadın vücudunun üst kısmı ve eteğin uzunluğu ile ilgili yeni toplumsal kuralların bu dönemde ortaya çıktığını özellikle sonraki dönemin eserlerinden ve yazılı kaynaklarından anlıyoruz. Herkes için doğal olan çıplaklık olgusu Tunç Çağı’ndan itibaren değişerek yerini alacak; Olumlu anlamda doğaüstü varlıklarda ve kahramanlarda görülen çıplaklık, olumsuz anlamda ise suçlularda ve tutsaklarda görülen zayıflık, onu diğer insanlarda yoksulluk anlamına gelen çıplaklık anlayışına bırakacaktır. MÖ 3000’den Hristiyan inancının yayılmasına kadar; İştar, Dumuzi, Teşub, Afrodit, Adonis, Zeus, Akhilleus, Herakles ve daha nicelerinin çıplaklığı olmazsa olmaz ve takdire şayan bir manzara olarak görülürken, köle, savaş esiri, fakir veya adı geçen tanrılar ve kahramanlar rezaletlerinden sonra aşağılayıcı ve küçük düşürücü bir utanca dönüşeceklerdir.

Modern insanın seçimleri, büyük ölçüde, çıplaklığı her iki cinsiyet için de büyük bir tabu haline getiren, belirli yer ve zamanlarda kıyafet ve aksesuar giymeyi gerekli kılan çeşitli sosyal ve dini normlar tarafından belirlenir. Giyim tarzımız, toplumdaki konumumuzdan ve toplum tarafından kabul edilmemizden bahseder. Günümüz insanı zaruret ve verimlilikten dolayı giyinmeyi bırakmış, sosyal statüsüne ve ulusal kimliğine göre giyinmeye yönelmiştir. Örneğin bugün yazın en sıcak günlerinde üzeriniz olmadan işe gidemez, yemek yiyemezsiniz. Bu uygunsuz olarak kabul edilir. Toplumsal normlara uymak için terlemeniz ve rahatsız olmanız gerekir.

‘DİNLE İLİŞKİ SON DERECE GÜÇLÜ’

Peki, dinin ortaya çıkışı ile giyinmeye başlaması arasındaki bağlantı nedir? Çağlar boyunca dinin giyinmede oynadığı rol nedir?

Din-kıyafetten bahsetmek için doğru yaklaşım, giyinmek değil, tesettür olgusu üzerine değerlendirmeler yapmaktır. Tesettür algısının örgütlü toplum oluşumu ve anaerkil yapıdan ataerkil topluma geçiş sürecinde ortaya çıkmaya başladığından bahsetmiştim. Bu sürecin tam da din kavramının ortaya çıktığı zaman dilimi olduğunu söylesem şaşırır mısınız?

Ritüel, inanç ve din sıklıkla karıştırılan kavramlardır. Din, bu konuda oldukça keskin bir gereksinimler listesi sunar. Rastgele bir dinin varlığından bahsetmek gerekirse; Belirli bir adı, türü ve görevi olan en az bir tanrı veya tanrıça gereklidir. Çok iyi bilindiği üzere Yunan Pantheon’undan bir örnek verebiliriz. Örneğin; Adı Zeus’tur. Tip, olgun, güçlü, sakallı erkek. Ofisi, diğer tanrıları ve insanları yöneten Baş tanrıdır. Kalkolitik Çağ’ın sonunda Mezopotamya’da tam da bu tür bir karakterin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Sonraki çağda ise din kavramının bu coğrafyadaki kökenini ve gelişimini yazılı kaynaklar sayesinde görebiliriz. Başta kadınların örtünmesi olmak üzere örtünme, din kavramının ortaya çıkışıyla eş zamanlı olarak gerçekleşmiş görünmektedir. Bunların arasında bir bağlantı kuracak somut kanıtlarımız olmasa da yazılı kaynakların zamanla kadını ikinci plana atması ve yeni erkek egemen toplumda çıplaklığın hor görülmesi bu tür bir düşünceyi mümkün kılıyor. Tunç Çağı’ndan günümüze kadar tüm dinlerin -tek tanrılı olanlar da dahil- erkek egemen toplumlarda ortaya çıktığını ve hemen hepsinin kadın giyimini konu edindiğini düşündüğümüzde bu fikir daha da güçleniyor. Hatta tek tanrılı dinlerin erkeklerin giyiminde oldukça hassas ve belirleyici olduklarını da belirtmek gerekir. Bu nedenle tesettür ile din arasındaki ilişkinin kuvvetli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ama giyinmek deyince tüm dinlerin ve toplumların giyim kuşam alışkanlıkları ve giyim kültürleri için çok değerli olduğunu söylemeden geçemeyiz. Her inanç -tek merkezli de olsa- içinde yaşadığı toplumun yapısını yansıtan giysi ve takılar üretmiştir. Burada din, bir yönetim olarak hareket edip o toplum için kurallar koyarken geniş bir alanda belirleyici olmuştur. toplumun günlük kıyafetlerinden tören kıyafetlerine kadar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu